Geçen gün Sol Haber yazmıştı. Türk Dil Kurumu, sanalağdaki Türkçe Sözlük’te ’müzakere’ sözcüğünün kullanımına örnek olarak Atatürk’ün büyük Söylev’indeki şu tümcesini vermiş:
“Cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davete ve onlarla müzakere ve münakaşaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim”1. Tümcenin başında “Efendiler, görüyorsunuz ki” seslenişi varsa da, anlamı değiştirmediği için bu kısaltmaya takılmıyoruz. Anlamı hemen ardındaki tümcede söylediğinin kesilmesinde.
12 Eylül’den sonra “Baba” diye diye yüceltilen Süleyman Demirel’in, kendi sözlerinden birinin uğradığı çarpıtmayı düzeltirken söylediklerini anımsadım. Demirel’in yine din sömürüsü yaptığı kurmaca örnek, anlamca şöyleydi: “Sözümün başı kesilerek verilirse, ‘Namaz kılmayın’ demiş görünebilirim. Ama bunu yapanın amacı, ‘Aptessiz namaz kılmayın’ dediğimi gizleyip bana başka şey söyletmekse, yalan söylemiş
olur.”
Türk Dil Kurumu’nda büyük devrimci Atatürk’ün sözünün sonrasını vermeyerek çarpıtmışlar. Mustafa Kemal’in Samsun’a gidiş fırsatı yarattığı atanma buyruğunu, yurdu kurtarsın diye Vahdettin’in kendi isteğiyle verdiği, onu Samsun’a Vahdettin’in bunun için gönderdiği yalanını yaymaya çalışırlar. Oysa bu atamadaki gerçek amaç, Damat Ferit vb. teslimiyetçi işbirlikçi takımın onu İstanbul’dan uzaklaştırmak, emperyalist işgallere karşı direnen halkın silahlı savunma örgütlenmelerini, ona verdikleri görev ve yetkiyle ezdirtmektir. Vahdettin’in Mustafa Kemal’i göndereceği son görüşmede “Paşa Paşa, vatanı kurtarabilirsin” derken kastettiği de budur. Çünkü emperyalist işgalciler silahlı yurtsever direnişlerin bastırılmasını istemekte, Boğaz’daki düşman zırhlılarının top namluları da Vahdettin’in tahtına
doğrultulmuş olarak bu isteklerinin gerçekleşmesini beklemektedir.
Mustafa Kemal’in halkla bütünleşerek kurtuluş yolları aramak için Anadolu’ya geçmeyi içten içe kendisinin de istediğini, yazdıklarından biliyoruz. Anadolu’ya geçişin böyle olduğunu hem o anlatır hem de tüm olaylar bu anlatımları doğrular.
Ama din bezirgânları toplumun üstündeki egemenlikleri uğruna, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Kurtuluş Savaşı versin diye Vahdettin’in yolladığı yalanını yayma çabasından vazgeçmezler. Üstelik Kurtuluş Savaşı veren yurtseverlerin üzerine Vahdettin, kendi ordularını sürmüşken ve işgalciler ulusal ordunun önünden çekilerek İstanbul’u bırakmak zorunda kalınca işgalcilerin gemisiyle kaçmayı yeğlemişken…
Türk Dil Kurumu da sözlükteki ‘müzakere’ maddesinin örnek tümcesinin ardını keserek cumhuriyete geçişin, yangından mal kaçırır gibi halktan kopuk bir iş olduğu izlenimi yaratılmaya çalışılmış.
Öncelikle şunu söylemek gerekir: Sözlükte verilen örnek tümcede Mustafa Kemal’in davete ve cumhuriyet önergesinin konuşulacağı akşam buluşmasıdır. Bu buluşma, mecliste yapılacak çalışmanın hazırlığıdır. Cumhuriyet, ulusal meclisin kararıyla gerçekleşmiştir. TDK’da, sözün ardını keserek vermeyip halkı yanıltmaya çalıştıkları tümce şöyledir: “Çünkü onların zaten ve tabiaten benimle bu hususta hemfikir olduklarına şüphe etmiyordum.” Yani kendi gibi düşündüğünden emin olduklarıyla yeniden yeniden konuşup tartışarak zaman yitirmeyi gereksiz bulduğunu söylüyor. Bundan da sonra gelen tümcede ise, o sırada Ankara’da bulunmayan yetkisiz birtakım kişilerin, kendi görüşlerinin alınmamış olmasına gücendiklerini anlatıyor; onlar da TBMM üyesi değiller.
Gerçekler ve kanıtları, cumhuriyete geçişin hiç de halktan kopuk bir iş olmadığını gösteriyor. Bir ulusal meclisin ülke yönetimini taa 1920’de eline almış olması bunun kanıtıdır zaten. Trakya’da kurulan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Kars’ta kurulan Cenubi Garbi Kafkas Hükümet-i Cumhuriyesi, Oltu Şûra Hükümeti gibi bağımsızlık ve cumhuriyet denemeleri, büyük ulusal cumhuriyet daha kesinleşmeden önce halk egemenliğinin ve cumhuriyet yönetimine geçişin halk arasında filizlenip yaşama geçtiğinin kanıtıdır. Her yapıtında özgün bir bakış açısı yakalamış olan Prof. Dr. Bülent Tanör “Türkiye’de Yerel Kongre İktidarları” adlı yapıtının önsözünde, bu çalışmayı cumhuriyetin doğuşunun Atatürk’ün tek başına isteyip başardığı bir iş değil, ülkenin her yerinde halkın “bağımsız ulusal egemenlik” arayışının bileşkesi niteliğinde bir büyük sonuç olduğunu göstermek için yazdığını söyler, söylediğini kanıtlamayı da başarır. Bu da cumhuriyetin tepeden inme değil, halkın yarattığı bir sonuç olduğunun bir kez daha ortaya konması demektir. Tarihsel gerçekler böyleyken, Atatürk’ün bağışladığı özel kalıtıyla yaşayan, “kamu yararına” bir kurumda Türkçeyi geliştirmek yerine baltalayarak kırk yıldır Osmanlıcacılık yapmak yetmezmiş gibi, bu kalıttan aldığı aylıkla üstlendiği görevi kötüye kullanarak, ‘sızma’ denebilecek korsanca fırsatçılıklarla halkı aldatmaya
çalışmak suç olsa gerek.
Bu suçun içindeki yalanı düzeltmek de, sözün ardını aktarmak için başvurduğumuz Nutuk-Söylev’i 2 Osmanlıca Türkçe karşılaştırmalı yayımlayan ve yine Atatürk’ün kalıtıyla doğup yaşayan Türk Tarih Kurumu’nun savsaklamaktan kaçamayacağı görevlerdendir. Türk Tarih Kurumu’nun, Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ündeki bu utanılacak çarpıtmayı gecikmeden düzeltmesini bekliyoruz.
2 3. baskı, 1989, 1068. sf. 1
https://haber.sol.org.tr/haber/tdk-cumhuriyetin-kurulusunu-hedef-aldi-sectigi-ornek-cumle-dikkat-cekti-386014